Yogaya Nasıl Başladım?

Ve her yoginin bir gün mutlaka tadacağı o ilk ‘’yogaya nasıl başladım’’ konulu blog yazısını yazma zamanı çoktan gelip çatmıştı 😊

Benim neyim eksikti öyle değil mi?

Herkese merhaba;

Bu yazıyı yazmak için uzun zaman bekledim. Tıpkı yoga ile tanışmak için uzun yıllar beklediğim gibi…

Hayatta bir şeyi yapmış olmak için yaptığım hiç bir şey güzel sonuçlanmadı ve bende tatmin duygusu yaratmadı, bir şeyler hep eksik kaldı. İşte tam da bu yüzden belki de yoga ile ilgili hayattaki en önemli sırrı paylaşacağım sizlerle… her ne olursa olsun ve kaç yaşınızda olursanız olun, gerçekten içsel bir dürtü ile ve hiç de planlamadan bir şeye başladığınızda bilin ki; o an doğru andır. Eğer sizi mutlu ettiyse, sizde ruhsal bir tatmin duygusu yarattıysa ve içiniz kıpır kıpır olduysa, hele bir de üstüne o şeyi tüm hayatınız haline getirmek istediğinize karar verdiyseniz, seçtiğiniz her ne ise mutlaka doğrudur. Buradan ileride farklı bir yazımda bahsetmek istediğim yoganın dini, dili, yaşı, cinsiyeti, boyu, posu, kilosu var mıdır sorusuna da şimdiden cevap vermis olayım. Hayır yoktur! Yoga yapmak için bir bedenininiz, bir ruhunuzun ve aldığınız bir nefesinizin olması yeterli, hepsi bu…

Elbette hayatta her birimiz bin bir çeşit konu ile muhattap olup değişik yönlere savrulup duruyoruz. Büyük şehrin karmaşası, stress, bozulan insan ilişkileri, ekonomik yetersizlikler, kayıplar kazançlar derken, hele bir de hassas bir bünyeye sahipsen, işte o zaman bütün bu saydıklarım adeta sen mi büyüksün yoksa ben mi büyüğüm diye toplaşıp sana savaş açmaya başlıyorlar. Sonra gelsin hastalıklar, gelsin depresyon, gelsin bağımlılıklar… düşünce sistemin otomatikman negatif yönde çalışmaya başlıyor ve artık hayatında karşına çıkan olumlu durumlarda bile pozitif bir şey göremez hale geliyorsun. Böylelikle boşa giden zaman avuçlarının içinde kayıp gidiyor..

Evet hayatlarımızda tablo bu kadar vahim gözüküyor. Peki gerçekten tam da böyle mi? gerçekten hayat bu kadar karmaşık ve zor mu? Yoksa karmaşık olan bizler miyiz? Yaşadıklarımızı hiç mi abartmıyoruz? Bu kısma sonra tekrar dönelim.

Kendimi bildim bileli hep bir şeylerden korktum. Hep bir tarafım tedirgin yaşadım. Hayatımda bir sonraki adımda olacakları hep diken üstünde bekledim. Üstelik de panik atağım vardı.

 İzmir’li olmama ve üniversiteyi İzmirde okumama ragmen meslek olarak reklamcılığı ve yaşamak için İstanbul’u seçmiştim. Ailemin yanında sorunsuz bir şekilde yaşarken oluşmuş olan tüm korkularım, panik atağım, hastalık hastalığım İstanbul’a yerleşir yerleşmez geçmişti ama yerini bambaşka ve daha gerçekçi korkulara ve kaygılara bırakmıştı. Tam anlamıyla kurtlar sofrasına gelmiştim. Hayatını sıkı sıkı tutmalıydın burada çünkü kapanın elinde kalıyordu. İyi niyetli ve güler yüzlü olmak yanlış anlaşılıyordu, paylaşmanın adı aptallık olmuştu. Gerçek duygularını belli ettiğinde insanlar açık yakalamak için adeta sıraya giriyorlardı. İş hayatında herkes birbirini ezip geçmeye odaklanmıştı. Fırsat kollamak kendini geliştirmekten daha kolay geliyordu insanlara.

İlk yıl şansızlıkla sonuçlanan bir ev arkadaşlığı tecrübesinden sonra Moda’da tek başıma ev tutup İstanbul’un keyfini çıkarmaya başlamıştım. İşte özgürdüm.

İstanbul’da yalnız yaşayan bir İzmir’li kız… Kulağa pek hoş geliyordu 😊

7/24 telefonumun susmadığı, haftasonlarımın sapote edildiği, sürekli hata korkusu ile gidip geldiğim ama aynı zamanda da uyuşturucu gibi bağlandığım bir işim vardı. Sürekli hırs, sürekli rekabet… Tanrım sürekli yeni kıyafetler, yeni ayakkabılar alıyordum. Adığım kıyafetlerle neredeyse bir köy giyinirdi. Çoğunu hiç giymediğim.. En güzel ben olmalıydım, en beğenilen, en kıskanılan, en başarılı, en en en…

Artık özel hayatım da iş arkadaşlarımdan ibaretti. Dedikodu kazanının içine yem olman an meselesi. Kendini sürekli koruman kollaman, bir tarafını hep saklı tutman gerekirken, ben sevdiklerime her tarafımı olduğu gibi dökmüştüm bile. Kimin yardıma ihtiyacı varsa orda olurdum. Sanki kendimi çözüm merci olarak görmeye başlamıştım. Ajans içinde yaşanan her türlü olay, yalan dolan, entrika, dedikodular o kadar tatlı gelmeye başlamıştı ki, farkında olmadan o dipsiz kuyunun içine düşmüştüm bile. Ve fark ettim ki, insanların yardımına koşan ben yardıma muhtaç hale gelmiştim. Artık ben de o dedikodu kazanının içinde konuşulan konuladan biriydim.

Antidepresanlarla tanışmaya başladım. Buraya ilk yerleştiğimde duyduğum heyecanım, merakım, insanlarla olan iletişime isteğim artık kalmamıştı. Tam tersine insanlardan zarar gördükçe kaçmaya başladım. Kendimi eve hapsetmeye, kendimi dinlemeye başladım. Ilk zamanlar gözleri parlayan o kızdan eser yoktu. Bu şehir, bu iş, bu insanlar beni içine alıp kendilerine benzetmeye çalıştı ve buna karşılık gösterdiğim direnç, hiç bir zaman onlar gibi olamayacağımı biliyordum ve gösterdiğim direnç, tüm bu olayları kaldıramamak, hepsi üst üste gelip bana akıl oyunları oynuyorlardı. Artık o kadar karamsar, o kadar negatif bakıyordum ki hayata, işim, ilişkilerim, tüm yaşamım çöküşe geçmeye başladı. Her şey kötü gidiyordu.

13 senede yaşaanlar, mutluluklar, üzüntüler, anılar ayrıntılarda gizli… belki bir gün kitap bile yazabilirim.

Çok yorgundum. Çocukken ve ailemin yanındayken yaşadığım çocukça korkularımı özlüyordum.

Oysa İstanbul beni yeni korkularla tanıştırmıştı.

Sevilmeme korkusu, beğenilmeme korkusu, yalnız kalma korkusu, incitilme korkusu, kaybetme korksu, başarısız olma korkusu, hata yapma korkusu, aldatılma korkusu ve ve ve….

Ve fark ettim ki korktuğum her şeyi birer birer hayatıma çekmiştim.

Arka arkaya yaşadığım her olumsuzlukla birlikte duvara toslamam bir oluyordu. Sonra gelsin depresyon, gelsin antidepresanlar, 24 saat uyusam keşke ve beynimi hiç hissetmesem..

Bazı geceler yaşadığım kaygının derecesi ile bu kaygının bende yarattığı korkunun derecesi arasındaki farkı bilmiyorum. Kaygım korkumu tetiklerken, daha çok koruyordum ve böyle anlarda kendimi en fazla kendimden kollamam gerektiğini yaşadığım bir hayal kırıklığı sonunda bir kutu xanax içtiğimde anladım. Ve yaşadığım bu deneyim hayatımda beni o kadar geri çekmişti ki…

Artık etrafımda ki herkes benim zayıf, sorunlu, hayatının ipini kendi ellerinde tutamayan biri olarak görüyordu. Görüntüde şefkat dolu gözlerle sana bakan ama bir o kadar da uzak durulması gereken biri olduğunu düşünen insanlar topluluğu etrafımı sarmıştı.

Kendime ve çevreme karşı farkındalığımı erken yaşta kazanmaya başladım. Karşımdaki bir düşüncenin arkasında yatan gerçek nedeni, karşılaştığım eylemin ardından gelecek bir sonraki hareketi ya da kişilerin bilinçaltlarında yatan gerçek nedeni anlayabiliyordum. Ve tüm bunları görebiliyor, hissedebiliyor olmanın bende yarattığı derin acıyı anlatamam. Sırf karşımdaki kırılmasın diye farkındalığıma ket vurmayı ve hemen oracıktan sessizce uzaklaşmayı seçtim. Ayrıca gördüğüm bir haksızlığı söylediğimde bana kızabilirlerdi, dalga geçebilirlerdi. Ya gülerlerse… ya kendimi doğru ifade edemeyebilirsem.

Hayatımda iyi başlattığım her şeyi kötü bir deneyimle sonlandırıyordum. İyi başlayan arkadaşlıklarımdan uzaklaşmalarım, başarılı olarak çalışmaya başladığım işyerimden kötü bir deneyimle ayrılışım, ailemle yaşadığım iletişim eksikliği, rüya gibi başlayan ilişkimin kabusa dönüşü, sürekli yeni bir eve taşınmalarım, kendime güvensizliğim, korkularım… tüm bunlar bana hayatta kapatmam gereken bir hesabım, bitirmem gereken bir ödevim, tamamlamam gereken bir eksiğim olduğunu gösterdi.

Sadece çok yorgundum.

Biliyorum içimde tüm dünyayı fethedecek, dağları denizleri aşacak bir güç vardı. Ama o kadar yorgundu ki zihnim ve o kadar kalabalık. Sürekli kendimi suçlamaktan iyi bir tarafımı ortaya çıkartamıyordum. Cesaretimi ortaya koyamıyordum. En küçük bir şeyde kendimi yerden yere vurmak en kolayıydı. Karşımdakine söylemekten deli gibi korktuğum sivri bir cümleyi kendime ardı ardına saplamayı öyle iyi beceriyordum ki…

Peki olmasaydı nasıl olurdu?

O acımasız, o yargılayıcı, eleştirel, agresif ve kendine acıyan iç sesim olmasaydı ne olurdu?

Ahhh keşke…

Hayatta kalmaya çalışıyordum. Başkaları tarafından üzülmekten, incitilmekten o denli korkuyordum ki; hayatta kalabilmek için kendimi incitmeyi seçmiştim ben.. oysa bir yerde bir hata olduğunu göremiyordum. Kendine değer vermediğin her an diğerleri de sana değer vermeyecekti. Sen kendini incittikçe başkaları daha beter omuzlarına binecekti. Sen kendini sevmediğin sürece başkaları neden sevsindi…

Ve bir gün ailemden uzakta yaşadığım bu şehirde, yediğim darbelerden ayakta duracak halimin kalmadığı, yine kendimi kendimden kollamam gerektiğini düşündüğüm bir gün bir yoga matının üzerinde buldum kendimi.

Karşımda nazik bir ses tonuyla bize kendimizi rahat ve güvende hissedeceğimiz bir yerde olduğumuzu düşünmemizi, etrafımızda bize zarar verebilecek kimsenin olmadığını hayal etmemizi, son derece huzurlu hissetmemizi ve bu huzurun tadını çıkarmamızı söylüyordu.. bize bedenimizin ne kadar önemli olduğunu, ne kadar değerli olduğumuzu ve bunu hissedip kendimize teşekkür etmemizi söylüyordu. Ben bu güne kadar kendime hiç teşekkür etmiş miydim? Bedenimi ne zaman sevmiştim?

Karşımda hiç tanımadığım birisi beni hiç tanımadan, hiç yargılamadan, eksiklerimi bilmeden sadece ben olduğum için kendimi sevmemi ve kendimin ne kadar değerli olduğunu söylüyordu.

İşte o an hayatım boyunca kendimi güvende hissettiğim tek yerin o matın üzeri olduğunu anlamıştım…

Daha fazla uzatmayacağım, bu yazı bitmez 😊

Yoga hayatıma her daim yeni bir şeyler katmaya devam ettikçe daha yazacağım çok şey var. Bu yazım ben ve benim gibi olanlara bir ışık olsun istiyorum.

Yoga tüm yaşamım boyunca aradığım o eksik cümleydi.

Yoga farkındalığımla baş edebilme gücünü verdi bana.

Yoga hiç tanımadığım insanlarla ortak bir sebepten bir araya gelmeyi ve koşulsuz sevmenin ne demek olduğunu gösterdi.

Hayatımı daraltıp, gereksiz bütün eşyalarımı azaltırken; tüm yaşamım boyunca beynimi kemiren olumsuz Aslı’dan koca bir enerji yaratmamı ve bu enerjimi olumluya çevirmemi sağladı.

Kendimi sevmeyi öğrenmeye başladığım anda bana değer vermeyen ve yıllardır bağımlısı olduğum bana zarar veren insanları hayatımdan çıkarabilme gücünü verdi.

Benim neye ihtiyacım var diye kendime sorup bulduğum bu yoga stüdyosundan çıkarken kendim gibi olan diğer insanlara da enerjimi vermek istediğimi keşfettim ve bunu hayal etmenin bile bana sonsuz bir huzur, bir mutluluk verdiğini hissettim.

Parmaklarımın ucundan kayıp giden hayatımın ipini sıkıca tutmam gerektiğini, bu hayatın bana tekrar verilmeyeceğini, yaşamdaki güzellikleri artık görmem gerektiğini anladım.

Ve o kadar güzel yürekler kattım ki hayatıma… her biri apayrı koca bir yürek.. sevgili yoga hocalarım ve yol arkadaşlarım…

Yoga ile tanışarak ve yoga yolunda ilerlemeye karar vererek kendime olan fiziksel ve ruhsal dengemi bulmaya başladım. Kendi nefesimi hissederek içimdeki enerjimi keşfettim. Bu enerjiyi etrafımdaki herkese iyilikle, güzellikle, sonsuz bir sevgi ile vermeyi istediğimi fark ettim. Öğrendiğim asanalara girmeye çalışırken o güne kadar bedenime ne kadar yabancı olduğumu anladım ve her bir pozun içinde derinleşmeye başladığımda aslında isteyince neler yapılabildiğini keşfettim. Yolda yürürken bir ağaca sadece herhangi bir ağaç olarak bakmanın dışında, o ağacın binbir türlü birleşeni olduğunu görmeye, düşünmeye başladım. Bir ağacın yaprağına uzun süre bakabilmeyi, yaprak gibi hissedebilmeyi, yaprak olabilmeyi fark ettim. O yaprakla bir beden olabilmeyi keşfettim. Tüm seslerden, tüm görüntülerden uzakta…

Hayatım boyunca her zaman konsantrasyon sorunu yaşadım ama üzerine çalışıyorum. Her bir sonraki çalışmada daha uzun odaklanmayı araştırıyorum..

Namaste…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir